Sayfalar

9 Ekim 2012 Salı

Doğmuş büyümüş çocuğa mektup


Sevgili Deniz.Eğer bu yazıyı okuyorsan temiz 7 yaşında olmuşsun demektir.Yine de en azından bi 15-16 olduğunda okusan daha iyi olur, zira ben 7 yaşında bir çocukla nasıl konuşulur bilmiyorum.Ha, 1 yaşında bir çocukla nasıl konuşulacağını da bilmiyorum ama o çok sorun olmuyo,ne sen beni anlıyosun ne ben seni,körler sağırlar birbirini ağırlar şeklinde yaşayıp gidiyoruz işte.15-16da da çok pis ergen olursun haaa,ammmaaaaan,o da hiç çekilmez.Neyse, şimdiden moralimi bozmıyım ben.Ha,ne diyodum?

Sevgili Deniz.Bugün tam 1 yaşında kocaman bir bebek oldun.Ve seninle açık konuşucam,1 senede ağzıma sıçtın annem.Şimdi bu yazıyı okurken,7 misin 15 misin 30 musun nesin bilmiyorum ama,eğer zaman zaman "ya bu annem amma da yaşlı,amma da yılgın ha" diye düşündüğün zamanlar oluyorsa bir dön de kendine bak!!Eşşek herif!!!!Seni doğurmadan önce çıtır çıtırdım ben bi kere!!!Nolduysa senden sonra oldu!!!Yo sinirlenmedim annem,çok seviyorum ben seni,o ünlemler falan hep,hani daha ilkokuldaysan falan, dilbilgine katkı olsun diye, yoksa sinir yok.

Seninle ilgili bazı şartlarım var Deniz.Madde biiiiiiiiiiir,her ebeveyn gibi ,ben de, elbette, çok başarılı olmanı istiyorum.Başarının yolu küçükten yatılı okula gitmektir annecim, eğer yıllardır seni 6 yaşında yatılı okula verip başımızdan attığımızı,niyetimizin bi rahat uyumak bi huzur bulmak olduğunu falan sanıyorsan bak gerçekten çok kırılırım.Olur mu öyle şey annem? Herşey senin başarın için.Dua et ben gene insaflıyım.Bak ananen haftaiçi inşaat mühendisi olup haftasonları Mehmet Okur abinin yerine NBA'de oynamanı istiyo,ben de mi öyle olsaydım?Hem yatılı iyidir,sayende yatamadığım,uykusuz geçen gecelerimde yatmanın kıymetini bir kez daha anladım,o yüzden seni yatılıya verdim annecim.İntikam mı?Yoo bebeğim yooo, bi daha duymıycam.

Hayatın boyunca ağzından aman anneeee,yine mi anneeeee öf anneeeeee tarzı benden şikayet edercesine lafların çıktığını duymak istemiyorum bu da ikiiiiiiiiii.Seni 9 ay taşıdığımı (3750 doğdun ayrıca taşımak da çok kolay değildi) aylarca uykusuz gezdiğimi, kucağımdan inmediğin için akşam baban eve gelene kadar aç sefil geçen günlerim olduğunu,uykusuzluktan karışan kafamla geceleri kalkıp kalkıp sen diye battaniyeni salladığımı,doğum sebebiyle bin türlü müsibet hastalığa sahip olduğumu(evet bi zamanlar ben de sağlıklıydım), yorgunluktan ağzımdan salyalarım akıcak kıvama geldiğimi,en büyük sosyal aktivitemin feysbuk olduğunu(ve evet eskiden arkadaşlarım vardı,ben de dışarı çıkar gezer tozardım.gençtim diyorum sana), ki bunların daha ilk 1 yıllık felaketler olduğunu,bunları ve bundan sonra sayende başıma gelecek muhtemel felaketleri sık sık kafana kakmak zorunda bıraktırma beni e mi annem?Neymiş?Ne dersem tamam annecim, sen bilirsin annecim,sen nasıl istersen annecim.Aferin bebeğime.

Hiç kimsenin annesi benden daha iyi daha güzel daha bakımlı daha akıllı daha bişey değildir, bu da üç!Bak ünlem var sonunda, bu konu önemli.İlla birinin annesi benden daha bişey olacaksa ancak benden daha şişman olabilir.Bu konu atlanmıycak, yoksa hop döndük ikinci maddeye.

Ve şimdi geliyoruz,en önemli ve son şarta.Benim istemediğim bi kızla evlenmek,birlikte yaşamak, artık sizin zamanınızda ne oluyosa ondan yapmak yok Deniz'cim.Açık konuşuyorum,çok fena arıza yaratırım.Bi kere ben beğenicem,onaylıycam,ha beğenip onaylasam bile benimle geçireceğin zamanları o şırfıntıya ayrımıycaksın tamam mı annem? Ben seni arıycam hadi şuraya buraya gidelim diycem de sen kalkıp ama anne ben şırfıntımla plan yapmıştım falan diyceksin; ikinizin de ağzına sıçarım annem.Hop döndük mü yine madde 2 ye.Aklını başına topla, hem kendini üzme, hem de elin şırfıntısının hayatını karatma.Sen en iyisi geçici ilişkiler yaşa.Hah!Hay aklımla bin yaşıyım tabi ya,öyle sürekli bi sevgiliyi napıcaksın,ben öyle torun morun da istemem,ay bakamam zaten,bıkmışım çocuk sesinden,sen daldan dala takıl işte annecim, gençliğini yaşa yaaaaa.Ben öldükten sonra naparsan yaparsın.Şu aşağıdaki fotoğraftaki tiple de devam edersen epey prim yaparsın.

Gördüğün gibi,önünde serbest bir hayat,harika bir gelecek, seni çok seven bir annen var.Babamdan hiç bahsedilmiyo hayırdır falan diyosan merak etme, o da seni çok seviyo ama önce annen.Elbette ki annen, herşeyden önemlisi annen.

Bu arada;o diğer günlüğü bulduysan,onlar gerçek değil annem. Gerilim romanı denemesi o, seninle ilgilisi yok,niye ben seni duvarlara çarpmak istiycekmişim annecim,roman o roman,at onu sen.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Kimsiniz arkadaşım???

Bu blog yazma işi enteresan bi iş gerçekten.Nedense insan havaya girip bi anda yurt ve dünya genelinde okunan, fikirlerine önem verilen, ve hatta nerdeyse saygı duyulan bi insan olduğunu düşünüyo.Oysa ki tırtsın ve tırt kalıcaksın (bazı blog yazarlarını elbette ki tenzih ederim,misal,her kim ki beni okuyor,işte onu o an,oracıkta tenzih ederim).Netice itibarıyla benim yazdıklarımı kim okuyor?Sen,ben,bizimoğlan....Face'te paylaşmasam o kadar da olmıycak....Da.....

Da işte benim kafamı kurcalayan bir mevzu var.Şimdi bu bloglarda istatistikler çıkıyor,işte bugün bu sayfa kaç kere gönrüntülendi,hangi ülkeden görüntülendi falan diye.İşte kafamı kurcalayan şu; beni yurtdışından okuyan kim arkadaşlar,lütfen parmak kaldırsın.Bi kısmını biliyorum,sınırlı sayıda yurtdışında yaşayan arkadaşlarım var,en azından benden haber almış olmak için beni takip ediyorlar.Canımsınız.Fakat bu kadar yoğun bi güruh değilsiniz,toplasanız bir elin parmaklarını geçmezsiniz.Kim arkadaşlar Rusya'daki okuyucularım?Ya Amerika'daki?Azerbaycan'daki???Sırf beni merakta bırakmak için seheyat edip de gittiği heryerden bloga giren birileri mi var acaba?

Bu küçük tatlı blogla dünya çapında bir şöhret olma yolunda ilerlediğimi sanıyorum kimsenin gözüne sokmadan anlatabildim.Bi Deniz Özturhan var blog aleminin tozunu attıran, bi de ben, oldum olucam.Ve siz sevgili takipçilerim,ben bi gün aşırı meşhur olduğumda,tıpkı ünlü bir rock grubunun ünlenmemiş ilk albümünden beri takip eden hayranlarının gururla "ben daha onu meşhur olmadan keşfetmiştim" demesi gibi, "ben daha onu ilk saçmalıklarında keşfetmiştim" diyeceksiniz.Bu arada öyle bir amacım da yok ama nasıl olduysa yazarken yazarken konu buralara geldi,artık Allah mı söyletti,nolduysa, du bakalım.

Not: Bilmeyen,duymayanlar için, Deniz Özturhan'ın blogu, çok eğlenceli buluyorum kendisini, okunsun,okutulsun.
http://www.kimlanbuhayatiminerkegi.com/

Not:Şaka değil,hakikaten meraktayım...

17 Ağustos 2012 Cuma

hala bana lale diyo mimoza diyo,yürü git gözüm görmesin!

Bu şehir planlamacılığı olsun,belediyecilik olsun,çok enteresan işler.Mesela belediye der geçersin di mi?Bizim gözümüzde belediye dediğin bi işe yaramayan insanların toplandığı yerdir.Ordan arta kalanlar da gider vergi dairesinde çalışır(!).İşte ne iş yapar belediye;çöp toplar,efendime söyliyim,çiçek eker,yaptığı bi 3.işi bulamam mesela ben.Hı bi de Karşıyaka Belediyesi bisiklet kiralıyo.Halbuki işin aslı hiç böyle değil,bunlar hep vizyon gerektiren işler bana kalırsa.Geziceksin,görüceksin,elalemin şehirleri neden hep muasır medeniyet de bizimkiler taşranın ötesine geçemiyor diye bakıcaksın,yeni fikirler geliştirecek,daha da yenilerine açık olucaksın.Halkın projelerini dinliyceksin arkadaş,bi nabız tut bakalım,halk ne istiyo.

Misal,halk olarak ben hemen nabzımı uzatıyorum.Öncelikle Karşıyaka olmak üzere tüm belediylere sesleniyorum.Yavaş yürüyenler ve hızlı yürüyenler için ayrı kaldırımlar yapılsın.Evet,günümüzde bu ciddi bi ihtiyaç.Ben mesela saatte, hiç ölçmesem de, ciddi hız yaparak yürüyen bi insanım.Bi yere yetişsem de yetişmesem de tarzım belli,aktif ve dinamiğim arkadaşım,yürüyemiyorum yavaş.Tam hızımı almış yürüyorum,hop önümde bi yaya.Yaya öyle bi yaya ki yayma fiilinin hakkını veriyo,adam sokak ortasında yaymış,allahım,o ne rahatlık,o ne rehavet,besbelli evden zorla çıkmış ve hatta güç bela yaşıyo.Bi de bu hızda yürüyen insanlar genelde şişman olup kaldırımda daha çok yer işgal ediyorlar ama konumuz bu değil şimdi.İşte bu yayadan daha kötü olan tek şey sevgilisi olan yayadır sevgili okur.Az daha yavaş yürürse aslında durmuş olacağı hızda yürümekte olan bu adamın elinden bir de aynı hızda bir kadın tutuyorsa vay arkadaki hız düşkünlerinin haline.Dar bi kaldırımda yürüyosan,geçemezsin,kaldırımın yanına arabalar tıklım tıkış parketmiştir,inip önlerine de geçemezsin,arkada sinir harbi içinde takılır kalır en sonunda dayanamaz kibar ama yılgın bir suratla "pardon geçebilir miyim" falan der yol istersin.Ve işte o anda öndeki iki yavaş insanın kanını donduran bi yavaşlıkla sana doğru dönerler,kim bu münasebetsiz dercesine bi baştan ayağa seni süzerler,neden sonra akılları başlarına gelip yol verdiklerinde sen çoktan hayatın anlamını sorgulamış bitirmiş bir sonraki probleme geçmiş olursun.Söyleyin haksız mıyım,çok mu manasız bi istek yani,en azından kaldırımlarda da şeritler yapılsa,ben sol şeritten yardırıp giderken sağ şeritte yarı baygın insanlar topluluğu hım hım hım sesler çıkarak yürüse,kimse birbirini engellemese fena mı olur?

Ayrıca iddia ediyorum ki Türkiye'de insanların sağdan yürüdüğü tek şehir gözünün yağını yidiğimin İzmir'idir.Gerçek bi İzmir'liyi sağdan yürümekten alıkoyabilecek ancak 2 şey vardır:

1-Gölge - aşırı sıcak memeleketimin insanları Ağustos ayında bile yeri gelir sağdan gitme tutkusuyla soldaki gölgeye geçmeyip güneşte yürümeyi tercih eder ama yine de 45 derecede yerim sağını solunu diyip gölge nerdeyse oraya da geçeni de kimse yadırgayamaz tabi.

2-Vitrin - E tabi ,bakılacak vitrin soldaysa oldu madem ben dönerken bakayım diyecek hiçbir kadın tanımadım,tanımak da istemem.

Bunların dışında biz sağdan gideriz sağdan döneriz.Ama bi İstanbul öyle mi?Bir karışıklık bir hayhuy.Bu insanların düzenlenmesi lazım.Nizami bi şekilde yürümeyi öğrenmeleri lazım.Ha öğrenmiyorlarsa yaparsın şeritlerini,koyarsın mobeselerini,karmaşa yaratanların evine gönderirsin ceza makbuzlarıyla birlikte fotoğraflarını,bak bakalım nerden gidiyorlar.

Şimdi diyebilirsiniz ki amma da kuralcısın böyle şey mi olur?Olur kardeşim olur.Bir çok belediyenin sinirini sokakta içen insanlar bozuyo mesela,hop yasaklıyo sokata içmeyi.Neden?Hiç işte,eften püften sebeplerle ya da çoğu zaman sebepsizce,ki hepimiz biliyoruz aslında neden olduğunu.E benim de beni yavaşlatan,yürüme engeli yaratan,kaldırımları işgal eden insanlar sinirimi bozuyo,olamaz mı?Ha gidersin Seferihisar'a,yavaş şehir ilan edilmiş zaten,sallanırsın orda dilediğince,istersen yürürken yürüken kaldırımda bi kıvrılır yarım saat bi kestiriveririn(çünkü o yavaşlıkla insanın nasıl uykusu gelmez,nasıl içi geçmez anlamak mümkün değil)orda kimse bişey demez.Ama yaşadığın yere uyum sağlamak diye bişey var,şehrin göbeğindeki kaldırımlarda da bi çekil git arkadaşım,yürüdüğün hızla nefes alıyo olsan çok ölürdün zaten.

İşte vizyon budur.Gördünüz mü belediyecilik nasıl oluyomuş,nasıl parlak fikirler gerektiriyomuş.Bunun AKP'si CHP'si yok,hiçbirinde bendeki vizyon yok arkadaş,biraz feyz alın be heeeey,burda ne cevherler var, içine içine yanıyo,orda adamlar hala lale dikiyo haaaaaala lale dikiyo.Yazık....Gerçekten çok yazık....

2 Ağustos 2012 Perşembe

büyüdüm de noldu sanki?

"Büyünce ne olucaksın?"sorusu beynimizde yankılana yankılana büyümüş bir nesiliz biz.Dikkat ediyorum şimdiki çocuklara hiç böyle sorular sorulmuyor.Zaten sorulsa da verilen cevapların bizim nesil tarafından anlaşılma olasılığı çok düşük.Acaip acaip meslekler var arkadaş, üniversitelerde acaip acaip bölümler....Ben daha "sistem analisti" gibi işlere yeni yeni anlam vermeye başlamışken şimdi de "deneyim tasarımcısı" gibi meslekler çıktı mesela.Bizim nesile sorsan, nedir, doktor, öğretmen,avukat.Bu!Bizim çocukluğumuzda meslek bunlarla sınırlıydı.Tabi iyice küçükken ve hayalgücümüz henüz yetişkinler tarafından - o ağaç kırmızıya boyanır mı evladım ağaç yeşil, gövdesi de kahverengi olur- abluka altına alınmamışken biraz daha yaratıcı şeyler söyleyebiliyorduk.Benim ne yardan ne serden geçen kuzenim dişçi ressam olmak istiyordu mesela.Ben astronot olma niyetindeyim.Tabi bu isteğim annem tarafından(sanki gerçekten de çok ihtimal varmış gibi) "ne işin varmış uzayda güzelim izmir varken" şeklinde tenkit edildi hep.Biraz daha büyüyünce aynı kuzen büyükelçi olmaya karar verirken ben genetik mühendisi olayım bari dedim.Annem buna, aynen benim çocuğum bi gün bana"deneyim tasarımcısı olmak istiyorum" derse yapacağım gibi, "hmmm" dedi.Yani "anlamadım ama ses etmiyim de anlamadığımı anlamasın". Bundan 25 yıl önce genetik mühendisliği de çok anlaşılır bi meslek değildi tabi.Ama sonra ben de baktım ki annem haklı, hayat sosyal bilgiler ve tarihten ibaretken genetik mühendisi olayım demek kolaymış,ama fizik kimya gibi gerçeklerle yüzleşince bu fikir bi anda cazibesini yitirdi.Kaldım mı 13 yaşında hayalimde bi meslek olmaksızın ortada!

İşte astrolojiye merak salmam da tam da o yaşlara tekabül ediyor.Malum, o yaşlar her türlü ipe sapa gelmez meraklar edinilebilecek, ve yine aynı hızla terk edilebilecek yaşlardır.Ay burcumun özelliği neymiş falan derken bi baktım benim burcum son derece ipe sapa gelmez,laf anlamaz,yerine durmaz,sal sokağa sürtsün bi burçmuş.Eğer bu konuyla ilgilenenleriniz varsa zaten bu tariften yay burcu olduğumu anlamışsınızdır.Okuduğum bir yazıda da her burç için uygun meslekler yazıyordu.Ve işte ben o yazıda,13 yaşında,hiç ummadığım bir anda hayalimdeki mesleği buldum sevgili okur.Atlas dergisi yazarlığı!!Ya da fotoğrafçılığı!Tabi alenen yay burçları gitsin bu dergide çalışsın dememişler ama beni arayan gizli bir ilan vermişlerdi adeta.Sırtında çantan, ayağında botların,dere tepe geziyorsun,onunla bununla (yerel halk oluyor bunlar) çene yapıyorsun,sonra da gezdiğini gördüğünü,yetmiyor yediğini içtiğini, kah yazıyorsun,kah fotoğraflıyorsun ve bir de bunun için sana para veriyorlar.Olabilecek en güzel mesleği bulduğum için heycan içindeydim,geleceğim gözüme çok eğlenceli görünmeye başlamıştı,bir an önce büyümeli ve çalışmaya başlamalıydım.Ama işte burcumun laneti yine beni buldu.Bir maymun iştah abidesi olarak, fikir cazibesini asla yitirmese de,uygulama için girişimler yapma düşüncesi zaman geçtikçe bir sıkıntı olarak geldi içime çöreklendi.Napıcam yani,kapıya dayanıp,"merhaba,benim hiç bir vasfım yok ama aşırı derecede gezesim var,bana ne tip imkanlar sağlayabilirsiniz" mi diyicem?Fotoğrafçılık eğitimi mi alıcam?Deneme yazılar yazıp dergiye mi göndericem, derken derken gün be gün bu Atlas dergisinde çalışma fikri yerini zengin,gezmeyi tozmayı seven yatalak bir amca bulma fikrine bıraktı.Hemen yanlış anlaşılmasın,amacım amcayla evlenip mirasa konup hayatımı yaşamak falan değil.Benim hayalim daha ziyade,bu amca gezmeyi seviyor ama yatalak ya,bana diycek ki,"bu ayki görevin Gülru,tabi eğer kabul edersen,al şu parayı,Nepal'e git,ne kadar gerekiyorsa kal,ye,iç,eğlen,Nepal'de ne yapılması gerekiyorsa hepsini yap,sonra da gel bana anlat".İşte sevgili okur,Atlas matlas hikaye,asıl hayallerin mesleği budur.Şimdi bazı zıpçıktılar yok "ya seni savaşa gönderirse","ya kutuplara sürerse" falan diyip de bu işin cazibesinin olmadığını idda etmeye çalışabilirler.Hiiiiiç boşuna çabalamayın arkadaşım.Ben bu iş için hevesimi nerdeyse 20 yıldır içimde tutmuşum,ilmek ilmek işlemişim,kafamda en güzel yerlere oturtmuşum,taç gibi süsleyip takmışım başıma,çatlak sesler beni yıldıramaz.Böyle bir amcanın(ya da teyze de olabilir,farketmez) 20 yıldır ortaya çıkmamış olması bile beni yıldırmaya yetmedi,siz mi yıldıracaksınız?

Diyeceksiniz ki şimdi bütün bunlar nerden çıktı - sanki her yazdığımın bir sebebi varmışçasına hala bunu diyecek misiniz gerçekten?- sevgili arkadaşım Nesrin rica etti, gittiğin yerleri,yediğini içtiğini falan da anlat da ben de gitmiş kadar olup sevineyim dedi,ben de her ne kadar "istek yazmam" -bkz. 2.yazım - demiş olsam da  Nesrin'ciğimi kıramayıp yazayım bari dedim.Gelin görün ki başaramadım.Bir gezi yazısına giriş yapayım demiştim,yazarken yazarken farkettim ki bende gezi yazısı yazma isteği var ama malzeme yok.Ben ki 10 aylık bebeği olan,uykusu gözünden akan,beyni yarım çalışan,bi gözü hep yatağa bakan bi insanım,nereye gidicem allasen?Gezi bloglarını okuyorum, alem Madagaskar'dan bildiriyor, ben de haftasonu Bodrum'daydım, bunu mu anlatayım?Ben işteyken alem Phuket'te geziyo Maldivler'de denize giriyo,ne anlatıcam, "aman Gümüşlük'te bi balık yedim akıllara ziyan"...Bu mu?

Velhasıl sevgili okur, hayallerimin mesleğini buldum..Buldum da ne oldu?Bi girişimde bulunmaya bile üşendim.Ha bari burda yazayım, sonuçta bu blogun amacı sanki ne olacak ki başka dedim.Ona da içinde bulunduğum şartlar elvermedi.Hayalim gezgin olmaktı; noldum?Ola ola ruhengezgin oldum sayın okur. Beden evde,işte,kafa sürekli Peru'da Curitiba'da.Ben yazamıyorum bari siz bana yazın da, ben de hayallerimde yaşamaya devam edeyim.Yediğiniz içtiğiniz size kalsın,en son nereye gittiniz onu anlatın hiç olmazsa,benim de ağzımın suları aksın.Yalnız için için fesatlanıp küfredebilirim,kimse üzerine alınmasın.Evle iş arasındaki kısıtlı hayatından bunalan biçare blog yazarının dileğidir bu...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

manyetik fırtınanın ailemize etkileri

Sonunda bendeniz ve çekirdek ailem minik de olsa bir tatil yapmayı başarabildik.Ki bu tatilin üzerinden de  halihazırda bir hafta geçti ama ben ancak yazmaya vakit bulabiliyorum,bütün gün feysbuktu,gazeteydi falan derken işte, bi de pinterest çıktı başımıza, vallahi mesai saatinde başımı kaşıycak vaktim kalmadı.Neyse ki markafoni falan tarzı sitelere pek takılmıyorum da yetişebiliyorum yoksa mümkün değil vallahi.Ablamla iş bölümü yaptık(bilmeyenler için açıklama: ablam ve babamla birlikte çalışıyorum ben),o, gün içinde markafoni trendyol tarzı moda sitelerini takip ederken ben de sosyal medyada takılıyorum.Kardeş dayanışması böyle birşey işte!Yine konu karıştı; ne diyordum?Hah, tatile çıktık.Ama asıl anlatacağım bu da değil, asıl konumuz yolda yemek molasında tanıştığımız enteresan bir teyze.

Fethiye'ye doğru seyir halindeyken pek sevdiğimiz Akyaka'da Halil'in Yeri'nde yemek molamızı verdik. Biz mutlu mesut muhabbetteyken bir baktım, bizim tanımadığı kimseyle muhattap olmayıp tanıdıklarına bile zor yüz veren papazefendi,mama sandalyesinde bir gülmeler,bir alkışlar,bir şımarıklık falan tuhaf haller içinde.Meğerse benim arkamda oturan bir teyze varmış da bizim papaza kaş göz yapmaktaymış.Kuul çocuğumuzun bu davranışı karşısında karı koca şaşkınlık içinde kaldık tabi.Sonra üzerinde durmayıp papazefendinin de tatil rehavetine kapıldığına karar verdik.Meğer ne yanılmışız.Rehavet konusunda değil de tanımadığı insana nasıl güldüğü konusunda...Sen bizim papazefendiyle teyze eski dost çıkmasın mı?!?"Nasıl olur" diye kuş gibi cıvıldaştığınızı duyar gibiyim.Merakta bırakmadan hemen teyzenin anlattıklarını nakledeyim.

Efendim, bizim papaz meğerse öyle bildiğimiz gibi bir bebek değilmiş.Seçilmiş birisiymiş kendisi.Bi nevi Neo'ymuş yani.Ki elinde olsun, alnında olsun,gözlerinde olsun bunun işaretleri varmış da biz anlayamamışız."Bakın" dedi teyze"gözlerine bakın.Siz anlamadığını zannediyorsunuz ama o aslında herşeyi anlıyor,sadece henüz konuşamıyor".Bu noktada belirtmeden geçemiycem, ben zaten bu çocuğun bakışlarından şüpheleniyordum ama ben bu bakışları seçilmişliğinden ziyade içindeki chucky'ye yormuştum.Aslında ilk teşhisi yaklaşık 3 aylıkken sevgili arkadaşım Melike koydu ve "bu bebek falan değil,baya bilir bilir bakıyor" dedi,hatta bana çaktırmak istemedi ama biraz ürktü bile sanki.Biz de bişeyler anlamışız yani teyze karşımıza çıkana kadar.Neyse, devam edelim.Teyze devam etti yani.Şu sıralar çok enteresan zamanlardan geçmekteymişiz.Manyetik fırtınanın göbeğindeymişiz.Zaten doğal afetler de o yüzden bu kadar artmış.Buraya kadar normal di mi,bunlarda çok birşey yok.Güneşteki hareketler yüzünden bu tip felaketler olacağını yıllardır söyleyen bilim adamları var neticede,teyze ilk değil.Ama bitmedi.İşte bu felaketler bu çağın kapanışı ve Altın Çağ'ın açılışı olacakmış arkadaşlar.Hem de çok yakınmış bütün bunlar, 15 Eylül itibarıyla artık felaketler zinciri başlayacakmış.İşte benim çocuğum da Altınçağ'ı yapılandıracak insanlardanmış meğerse.Yaaaaaa....Ne sandınız.....Bunca yıl doğurmayarak benim de bi bildiğim varmış, bunu bekliyormuşum meğer.Bi de kızıyordum çocuğa,işin varmış gibi ne uyanıyorsun sabahın 6sında diye.Meğer ne ağır bir sorumluluk varmış çocuğumun üstüne,nasıl uyusun 8lere kadar.Bu anne milleti böyle işte,biri devrim yapıcam der,annesi peşinden sen o devrimleri yaparken terler hasta olursun diye elinde sırtına sokmalık tülbentle koşar,kimi çağ açmaya kalkar,annesi tutturur e-eee vakti,bu saatte kalkılmaz diye....Bi destek ol di mi?Yok!!Neyse efendim,devam edelim. İşte bu Altınçağ insanları 144.000 kişilermiş.Bunlar aynı zamanda Hz.Musa'yla birlikte Kızıldeniz'i geçen ruhlarmış.Bu 144.000 kanka o gün bugün birlikte takılıyorlar, Altınçağ'ın gelişini kah bu dünyada kah başka dünyalarda bekliyorlarmış.Şimdi anladınız mı papazın teyzeyle nerden tanıştığını?Dostlukları meğer çoooook eskilere dayanıyormuş da bizimki eski kankasını karşısında görünce ondan gülücüklere boğulmuş.

Teyze anlattı da anlattı, anlattı da anlattı...Ooooh bizim de bir hoşumuza gitti, çocuk seçilmiş, bize de çok şans getirecekmiş, teyze öyle diyor,biri tatlı tatlı sırtımızı kaşıyormuşçasına bi mutluluk içindeyiz,piyangodan çıkacak ikramiyelerle neler yapacağımızın hayallerini kuruyoruz falan.En azından kontenjandan Altınçağ'a girişimiz garanti.Gerçi bütün bunlar sistemin bir parçası sizinle bir ilgisi yok falan deyince hafifçe bozulduk.Nasıl ilgimiz yok,sonuçta Nedim'den olma Gülru'dan doğma,ne kadar ilgimiz olmayabilir yani!Ama yine de bir havaya girdik, bir şişindik....Yoldan simit alacaktık küçüğe, onu bile almaktan vazgeçiyorduk nerdeyse,adam Kızıldeniz'i yürüyerek geçmiş, Ölüdeniz'de simitle yüzecek, olcak şey mi!!Diye birbirimizi gazlarken gazlarken....Teyze bize cep telefonundan eski aile fotoğraflarını göstermeye başladı ve son bombasını da patlattı; Hz.Muhammed'in 17 yaşındaki halinin fotoğrafını gösterdi!Onu da Hz.Ömer'den almış üstelik!!!!!

Ah be teyze, buraya kadar herşey nasıl da iyi gidiyordu.Bu da bir inançtır, herşeye saygı duymak lazım falan diye anlatılanları hoş karşılamışken,ve hatta inanmak da çok işimize gelmişken....O son fotoğrafı göstermiycektin!!!Biz pılımızı pırtımızı toplayıp yan yan uzaklaşırken teyze arkamızdan hala "iyi koruyun o çocuğu" diye seslenmekteydi.Yürü git sen önce aklını koru!


P.S: Deniz'in günlüğünü de ihmal etmişim bu arada.Bizim seçilmiş dün itibarıyla emeklemeye başladı.Sevenlerine duyurulur.

21 Haziran 2012 Perşembe

ben sezeryanla doğuramazsam sana da kabız olunca kayısı yemek yasak

Eskiden ben ne güzel vıdıvıdılarımı sadece eşime dostuma yapan bir insandım.O zaman hatta daha eşim yoktu,yıl 2002, dostuma arkadaşlarıma falan vıdıvıdılardım.Hey gidi hey,yoktu böyle blogmuş feysbukmuş,tivitırmış,gavur icatları,mutlu mutlu yakın çevremizle iletişiyoduk.Ve de asıl önemlisi yetiyodu.Ama 2002 sonbaharı dönüm noktası oldu.Ne oldu?Bir devrin kapanışı, bir devrin açılışı oldu.Daha doğrusu açılış falan olmadı,bir devrin kapanışı ve o devirde yaşayan insanların hepten kapanışı oldu,türban oldu,çarşaf oldu,yasaklar oldu,liberal islam (!) oldu,muhafazakar Türkiye oldu...Noldu?AKP iktidara geldi.İşte o gün bugün sadece yakın çevreme vıdıvıdı etmek yetmez oldu, dağa taşa,bi dipsiz kuyuya, haykırasım var.

Neyse ki işte bu noktada iletişim araçları devreye giriyo da az buçuk da olsa kendimi tatmin edebiliyorum.Bu blog falan modern zaman dipsiz kuyusu aslına bakarsanız, yazıyorum da sanki kim okuyo?Olsun, ben içimi rahatlatıyorum.Mesela az önce ne güzel sakin sakin,insan gibi çalışıyordum.Aklımda öyle blog yazmak falan yoktu.Sonra noldu, hadi bi feysbuku açayım dedim.Açtım, hop Dipnot bi bağlantı paylaşmış.Hadi açayım bakayım neymiş, gündemden haberdar olalım (evdeki bebeği iyi yetiştiricez,beynini saçmalıklarla doldurmıycaz,gözlerini bozmıycaz,radyasyon almasını engelliycez falan derken TV mv izleyemez olduk, topuzefendi yattıktan sonra da haber falan kalmıyor artık ortalıkta,ancak dizi gündemini takip edebiliyorum) derken derken neymiş efendim,AKP li bi arkadaş kanun teklifi sunmuş da " sezaryen yalnızca 'tıbbi zorunluluk' hallerinde yapılsın, gebe veya rahimdeki bebek için tıbbi zorunluluk bulunması halinde doğum, sezaryen ameliyatı ile yapılsın, gerekli tedbirlerin alınmasına rağmen, doğumu takiben anne veya bebekte meydana gelebilecek istenmeyen sonuçlardan dolayı hekim sorumlu tutulmasın" buyurmuş.Muhtemelen bunu söylerken de hiç utanmamış.Dememiş ki ben bilmediğim konularda ahkam kesmiyim, hariçten gazel okumıyım,neticede hiç doğurmamış ve doğurma ihtimali de bulunmayan bi insanım,e bi takım insanlar da (ki bu satırların yazarı tarafından bu bi takım insanlara yazının geri kalan kısmında-eğer bahsetmem gerekirse-kısaca "tokmakkafalımongollar" olarak hitap edilecektir)beni seçmişler,buraya oturtmuşlar,kafamı faydalı işlere çalıştırayım dememiş.Bütün bunları dememiş ama sezeryan yapılmasın demeyi bilmiş!!Bak işte hiç yoktan eşşeğin aklına karpuz kabuğu düşürüyorlar.Mis gibi çalışırken,vatana millete hayırlı olucakken, belki bi istihdam kaynağı yaratıcakken,belki ihracatımızı arttırmak, dolar açığımızı azaltmak üzereyken bu namussuz adam yüzünden gene işi gücü bırakıp çemkirmek zorunda kalıyorum!Ulen şerefisiz,sana ne?Ha?Sana ne?Sana ne ben çocuğumu neremden çıkartıcam,nasıl çıkartıcam?Yok mu senin başka işin gücün?Sen ki kabız olunca bile sızlanan eeeeeey sivrizeka,tuvalet haricinde bi yerde ıkındın mı hiç?3 gün sıçamasan doktora koşarsın,ama doğurmaya gelince yoluna yordamına sen karar vericeksin öyle mi? O zaman sana da kabız olunca kayısı yemek yasak.Çocuk benim çocuğum,vücut benim vücudum neden anlamak istemiyosun?Kim oluyosun da benim çocuğuma karşıyosun?Bakın size söyliyim bu ve bunungibi mankafagillerin sonraki kanun teklifleri şöyle olucak:

-5 tane doğurmayan kadına ceza verilsin

-5 tane doğurduktan ve son bebeğini de anneye muhtaç olmayacak yaşa getirdikten sonra kadınlar çalışma kamplarına gönderilsin - (sanki hayatımız bi nevi çalışma kampı değilmişçesine)

-Çalışma kampında bunları beslemeye gerek yok, 5.yi de büyüten kadını öldürelim
(Di mi ya?Faydası olmıycak kukunun yaşam hakkı yok.Fabrika işlemiyosa lağvet gitsin.)

-Yalnızca 5 tane doğurmamış kadınları öldüren kadın katilleri ceza alsın, diğerleri bilakis teşvik edilsin ki bizzat devlet eliye öldürüp sonra insan hakları mahkemesiyle onla bunla uğraşmayalım

-Tecavüz haktır, engellenmesin,ve hatta teşvik edilsin.Hamile bırakmalı tecavüzlere prim sistemi getirilsin.
(tabi ya...asıl meselelerden biri de bu değil mi zaten?nerden çıktı bu gavur icadı, yok aile içi tecavüze ceza vermeler falan...hem yazık değerli genç döller eşeğe meşeğe kaçıyo sonra...günah)

Eğer bunları okurken yok artık diyeniniz falan varsa bi 5 yıl önce nelere yok artık dediğimiz ve nelerin var artık olduğunu bi düşünmenizi öneririm.

Bu bahaneyle tüm AKP li mankafagiler ve AKPsever tokmakkafalımongollara sesleniyorum.Üreme organlarınız kopsun da hayat boyu burnunuzdan işeyin işallah!

20 Haziran 2012 Çarşamba

Bıyık altına saklanmış kötülük


Bazı insanlar kötü doğarlar.Nerde işlemişse işlemiş, içlerine kötülük işlemiştir.Omen'ın Damien'larıdır onlar.Vampire Diaries'in Damon'ıdır.İivıldırlar,satandırlar, lusiferdirler.Caaanım tabiat ananın içindeki hamamböcekleridirler.İnsanın sabrını sınamak üzere dünyaya geldikleri rivayet edilir.Üstelik filmlerdeki kötüler en azından iki sıfat sahibiyken-yakışıklı ve kötü ya da zeki ve kötü gibi- bilhassa bizim memleketimizdeki gerçek kötüler sadece ve sadece kötüdürler.

Az dikkatli bakarsanız bunları hemen ayırtedebilirsiniz:
-Burunları düzgün bile olsa, uç kısmı genellikle "peeeh, sümkürürüm sizin üstünüze ben" dercesine aşağı doğru bakar
-Az ya da çok hiç farketmez,saçları aşırı yandan,nerdeyse kulak hizzasından ayrılmış,düzgünce taranmış olur,ruh hastalığı derecesinde düzen budalasıdırlar.
-Bıyıklı olurlar....Ama illa ki bıyıklı olurlar...Bunların bıyıksızı varsa da dikkatli bakın,mutlaka eskiden kalma bi bıyık izi bulursunuz...Bıyık bırakılmayan memleketlerin kötüleri dahi bıyıklıdır...
-Genellikler mecliste yaşarlar
-Mecliste yaşayamayanlar mecliste yaşayanların yakınlarında yaşarlar
-Bunların en fenalarının genelde iki ismi olur, her iki isim de birbirinden beter olur
-Kadın görünce paralize olurlar, devreleri yanar.

Yine bazı rivayetlere göre bunların çocukluğu olsun,ergenliği olsun ezik geçmiştir.Artık nasıl bir ruh hali içinde ilk 15 yıllarını geçirdilerse,40larına 50lerine gelirler, o ilk 15 i hiç unutamazlar.Muhtemeldir ki hiç kız arkadaşları olmamıştır.Zaten o saçlarla da pek olcak iş diildir.Kendi sevişememişlikleriyle akılları fikirleri sürekli uçkurlarındadır.Sürekli ben sevişemediysem kimse sevişmesin diye düşünür,nasıl engeleyebilecekleri üzerine planlar yaparlar.Bunlar zaten gençlerden de nefret ederler.Hadi kendi gençliklerinde ortam zaten pek de rahat değildir,ama günümüz gençleri densizce kızlı erkekli gruplarla ortalarda dolanıp,rahat rahat öpüşüp koklaşmaktadır.Hemen kendi gençlikleri akıllarına gelir bu kazuletlerin,gençlere iyice bir kurulurlar.Düşünmezler ki o saçlarla zaten olcak iş diildir.Bi günümüz gençlerinin saçlarına bakalım, bi de kendikilerimize demezler.Kendilerine çeki düzen vericeklerine can havliyle yeni yeni yasaklar getirirler.Mormon'lardan hallicedir bunlar.Amaçları kadınla erkeği sadece üreme amaçlı biraraya getirmektir.Hep belaltı vururlar.Zaten belaltında başka bişey yapmayı da bilmezler.Sözde ivıl olcaklar, ivıllıkları bile eksiktir bunların,Allahın cezaları,iki film izleyelim,ordaki kötü karekterlerden ders alalım,olaya biraz yaratıcılık katalım demezler.Madem kötü karakter olucaz, bi Star Wars izleyelim,şu Darth Vader'in asil kötülüğünü örnek alalım demezler, bi laf eden olursa anca ağzından tükürükler saça saça çemkirmeyi bilirler,nerde kalmış eller arkasında kuul kuul emirler veren Darth...Kötü kedi şerafettin'in takım elbiseli halledir bunlar.Bunlara verilebilecek en güzel ceza, toplayıp 4 tarafı cam bi bölmeye tıkmak, etraflarında gösteri yapan Femme grubunu izlemek zorunda bıraktırmak,zaten yanmış olan devrelerini geri dönülemeyecek şekilde imha etmektir.

Peki bu mendeburlar güzide memleketimizde nasıl barınırlar?Bunun cevabını yıllar önce Aziz Nesin peşinen vermiş zaten sevgili okur,daha ne soruyosun:Türklerin %60 ı aptaldır. Adam nerdeyse yüzdesine varasıya kadar bilmiş.İşte bu lafı haklı çıkarmak istercesine çabalayan bir grup kendinibilmezvezatenbilmektenacizolanmeczuplargrubu,namıdiğer ivılseverler,bu kötükedişerafettinleri baş tacı etmiştir.Bu insanlar aynı zamanda 4S kuralının (kısaca seveni severler diyelim) hararetli savunucularıdır. Bunlar öyle enteresan bi insan grubudur ki sevgili okur, ayrı bir yazı ve hatta yazı dizisini hakederler.Bu pragrafta kaynıycak,yenicek yutulcak gibi değildirler.Yiğidin hakkını yiğide,Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeyi seven bu satırların yazarı, bu enteresan insan grubunu ayrıca inceleyecektir.Bekleyiniz....

8 Haziran 2012 Cuma

bildiğimiz zamirlerin bilmediğimiz anlamları

Bugün size ilkokulda bize öğretilen korkunç bir yanlış, bütün hayatımızı etkileyecek büyük bir bilgi eksikliğinden bahsedicem. Anne baba ve çocuklardan oluşan en küçük sosyal birime aile denir.Hepimiz bunu hayat bilgisi ya da benzer bi derste öğrendik mi?Öğrendik...İşte yanlış burda başlıyor.En küçük sosyal birim  aile değildir, en küçük sosyal birim anne ve bebekten oluşur ve bu topluluğa yerine göre "biz" yerine göre "siz" denir.Böylece yıllardır bildiğimiz 1.ve 2.çoğul şahıs zamirleri de anlam değiştirir ki buyrun size bir de dilbilgisi hatası.

Şimdi diyeceksiniz ki nerden çıktı bu siz-biz işi.Anlatayım; bi kere anne olunca sosyal statünüz değişiyor ve toplumun farklı bir zümresine ait oluyosunuz artık.Hangi zümre?Anneler zümresi.Fakat her toplum gibi burda da birtakım kurallar var ki bunların en önemlisi de bu "biz" söylemi.Şimdi bilmeyenler için bu biz kavramını örneklerle açıklayalım.Mesela siz hiç tek başına diş çıkaran bir bebek gördünüz mü?Göremezsiniz.Çünkü annenin de bebeğiyle birlikte dişi çıkar.Herhalde hepimiz en az bir "dişimiz çıktı bizim"annesi tanıyoruzdur ki bu kendimiz de olabiliriz.Annenin diş çıkaramayacak yaşta olması burda bir önem taşımaz zira bir anne bebeğiyle aynı yaştadır:"3 aylık olduk".Tanıdık geldi mi?Devam edelim.Cengaver anneler zümresi üyeleri bebeklerini asla yalnız bırakmaz,onların her derdini içinde hisseder"karnımız ağrıyo:("- burda bir parantez açma ihtiyacı hissediyorum,nerden biliyosun?O karnın ağrıdığını nerden biliyosun?Tahmin falan eyvallah, ama bu kadar emin konuşmak?Kaç tane bebek var karnı ağrıyınca "aman ya karnıma bi sancı girdi ki sorma" diyen ya da ne bileyim,klasik karın ağrısı belirtisi olan, elini karnına koyup iki büklüm olma hareketi falan yapan?Ha?Varsa da eyvallah, o zaman Deniz'e edeceğim iki çift laf var demektir.Kapıyorum parantezi-.Ve bebeğinin en küçük bir başarısında bile kendine bir pay çıkarıp coşar "gaz çıkardık!".Anne olmak, başka birisi pırtladığında sevinmek demektir.Fakat yine aynı anneler kocaları pırtladığında nedense aynı coşkuyu yaşamazlar.Çünkü koca/baba, "biz" topluluğunun dışandadır,alenen "o"dur,ayrı bir bireydir ve kimsenin pırtı "biz"i ilgilendirmez.

Bazı densiz anneler bu biz kavramına karşı çıkar,olur mu canım öyle şey,bebek ayrı bi birey ben ayrı bir bireyim diye tutturur ve o şekilde konuşmaya çalışır.Ancak bu annelerin toplum tarafından anlaşılması çok zor olduğu gibi anne de zaman geçtikçe çevresinde konuşulanlardan birşey anlamamaya başlar, zira anneler zümresinin dışında olan toplum da zümrenin doğal üyesi olan anneyle aynı şekilde konuşmaya başlamıştır, ki buna da "siz" denir.Yasanmış bir olaydan bir kesitle açıklayalım:
Çocuk dr.u:Sizin gibi iyi beslenenlerde bir problem beklemiyoruz

Yeniannenindüşüncebalonu:Haydaaa, e nerden biliyo şimdi bu adam benim nasıl beslendiğimi?Konuştuk da ben mi hatırlamıyorum ki:S
Dr:Kilonuzu düzenli olarak kontrol edicez
Yeniannenindüşüncebalonu:Yani tamam,fazla kilom var ama...10 gün oldu daha doğuralı,insaf!!!Vercez elbet!
Dr:Kilonuza göre beslenme zamanlarını da konuşuruz
Yeniannenindüşüncebalonu:Süt olsun diye benim de beslenmemle ilgileniyo heralde
Dr:Şimdi Deniz'i soyun da bi tartalım
Yenianneninhaykırışı:Deniz'in kilosundan mı bahsediyordunuz!!!
Dr:?&&%+??^

Yukarıdaki dialogda dr.un "siz" hitabının kibarlık kaynaklığı olduğunu düşünüp konuşmanın kendi kilosu ve beslenmesi hakkında olduğunu zanneden zavallı anne elbette ki benim.

Valhasıl, hamileyken "eğer bi gün dişimiz çıktı dersem dökün o dişlerimi denize" yetkisi verdiğim sevgili arkadaşlarım....Direniyorum....Bakın hala direniyorum....Ama baskı çok, o mendebur "biz" zamiri beni bir girdap gibi içine çekiyor.Henüz teslim olmadım,ama "kakamızı yapmamız" sadece bir an meselesi!





29 Mayıs 2012 Salı

Bugünkü konumuz:Bu blogda neler bulabilirsiniz.
Kimseyi gereksiz beklentilere sokmak istemem, o yüzden önceden açıklama yapmak istedim.

1-Bu blogda benim canım ne isterse onu bulursunuz arkadaş!!!İstek üzerine yazıcak diilim.Bu blogda gezdiğimi gördüğümü,ve hatta utanmazsam yediğimi içtiğimi bulabilirsiniz.

2-Şükürler olsun şu hayatta bi uzmanlığım olmadı.Yani misal,ben yemek yapmaya bayılırım,çok da güzel yemekler yaparım,sizle de bu tariflerimi paylaşayım da bi faydam dokunsun...Yok öyle bişey!!!Beklemeyin,üzülürsünüz...

3-Belli bi planım yok, ama büyük ihtimal kendimle ilgili yazarım...Neleri severim...Neleri sevmem....Ve tanıyanlar bilir, ben geyik severim.Koyu bir geyikseverim.

4-Çokça çemkiriklerimi görebilirsiniz.Neden? Sevgili arkadaşım Onur Tunalı'nın dediği gibi "blog terapiste dünyanın parasını vereceğine bedavadan nevrozunu döktüğün bir mecradır".Yani?Çemkiririm, katılırsınız,katılmazsınız, sizin bileceğiniz iş,sizin için yazmıyorum...Sanat sanat içindir :S

5-Tanıyanlar bilir(yine tanımayan okuyucularım da varmışçasına davranmam lütfen dikkatlerden kaçmasın, keza 3.madde de aynısı yapılmıştır) 7,5 aylık bir oğlum var.(bi gün fotoğraf falan eklemeyi becerebilirsem onu da tanıtırım)Bu blogda oğlumla (bundan sonra kendisinden Deniz olarak bahsedilecektir) ya da genel olarak çocuklarla ilgili yazılar bulabilirsiniz.Dikkat!!!Bu bir anne&bebek blogu değildir!!!Ve fakat, kendi zırıltılarımı yayınlayacağım bir blogda hayatımın en önemli parçasından bahsetmemem de mümkün değildir."ayyy sen de mi çocuğundan bahseden klasik annelerden oldun" diyerek burun kıvıracak olan arkadaşlar şimdiden bu bloğu terk edebilirler; bi takım dış mihraklar çocuk muhabbetinden sıkılıyor diye çocuğum yokmuş gibi davranacak değilim.

Evet bu konuda da uyarımı yaptıktan sonra....

Bir kaç güne kalmaz gerçek bir yazı da yazarım...Diycem...Sanki yine ciddi bir yazı kaleme alacakmışçasına.İşte nedir ki yani,bi gün ay ben geldim, bi gün şunları yapmayı planlıyorum derken derken al sana blog bu işte na!E zaten saat de 5 olmuş,son bi kahve içeyim, iki mail yazayım,falan derken zaten birazdan da işten çıkarım, bugünü de böyle yedik.Yarın ola hayrola....

Ha, unutuyordum, bu bloğun 5.maddeyle ilintili bir amacı daha var.Şimdi çocuk olunca bana dediler "ayy hadi günlük tut,ilerde Deniz'e okutursun"falan, e bana da güzel geldi bu fikir,yazarım çizerim,sonra büyüyünce sözümü dinlemediğinde falan burnuna sokar bak işte ben senin için neler çektim,ne uykusuzluklar,ne sefaletler, sen bana nasıl davranıyosun karşılığında falan gibi duygu sömürüsü işlerine girerim dedim.Ara ara yazdım bişeyler...Sonra bi gün bi baktım ki...Günlük çocuğa gösterilcek gibi değil, okusa ağır travmalar yaşama ihtimali var,sözde bi hoşluk olsun diye yazayım derken uykusuzluk ve şerefsiz hormonların da oyunuyla günlük baya şiddet içerir olmuş.Yani internet andıcı davasına insanları içeri atıyolarsa eğer ben o günlükle cinayetten falan yargılanabilirim,o derece tatlı ve sevgili dolu yazmışım.Tabi günlük rafa kalktı (yine de bi gün Deniz'e cinnet geçirtmek istersem göstermek üzere saklıyorum)Neyse,lohusalık sendromları bitip insan kılık bi hale gelince daha insaflı bi günlük tutmak istedim, e hem blog, hem de bi kenarda fırs fırs defterlere yazıp çizicek diilim, o kadar da vaktim yok, o yüzden Deniz'in günlüğü yerine de kullanıcam biraz, idare edin.Yani alakasız bi yazının altında
Hamiş: Deniz 20 Mayısta ilk dişini çıkardı
Gibi bir not görürseniz şaşırmayın.

Aaa araya kaktırmışım bile bak,vallahi hiç farkında diilim:P

Haydin sağlıcakla....

21 Mayıs 2012 Pazartesi

ne dırdırcısın sen ey insanoğlu!!!

şimdi bana blog yazsana falan diyen arkadaşlar oluyodu.diyorum ki neden yazayım, yani napıcam yazıp,neden yazmamı istiyosunuz ki??!!!sanki çok heyecanlı bi hayatım ve söyliycek çok önemli sözlerim varmışçasına...sonra anladım ki insanlar benim durmaksızın vıdıvıdı etmemden sıkıldılar, yaz da için rahatlasın,bize sarıp durma falan niyetiyle yüreklendiriyolarmış beni...bi cevher gördüklerinden değil yani...olsun...madem öyle,yazayım....
iki sene boyunca niyetlenmenin sonunda....
ahanda blogger oldum....
yukarıdaki paragraftan anlamışsınızdır ki aslen yazacak bir konum yok...ki "anlamışsınızdır ki" derken bile sanki okuyucum varmışçasına davranmam da ayrıca dikkat çekici...olmalı en azından...nasıl bir kendine güvense benimki....ilk blogumda yana yakıla beni takip edenler olacağını ummuşum...olsun, büyük düşün büyük olsun, belki ileride kitlelere yön veren bi insan haline gelirsem falan dönüp ilk yazılarımı okuyanlar olur, şimdiden büyük düşündüğüm bilinsin.bi zamanlar salihande diye bi blog vardı çok fırtınlar yaratan, bildiniz mi?hande'nin yazdığı,salih ve hande'nin aşkını anlatan süper geyik bi blog.ben mesela,dönüp dönüp ilk yazılarını okumuştum, yani demem o ki, benimki neden okunmasın.tek fark, onlarda bi mevzu vardı bendeyse yok:)Du bakalım, iki sene niyetin sonunda blog yazdıysam bi kaç seneye kalmaz yazıcak mevzu da bulurum.
ne güzel sardırmış yazıyodum ki babam geldi, kafamı karıştırdı, hop bu blog da böyle bitti.
neymiş,insanın yazıcak hiçbişeyi olmasa dahi "yazıcak hiçbişeyim yok" konusunda bile yazabiliyomuş, ne dırdırcısın sen ey insanoğlu!